İlk kitap olarak da; Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan hocamın beraber kaleme aldıkları “Öğretmen Olmak” adlı eserle başladık. Eğitim ve seminerlerine katıldığım he iki hocama da bu güzel çalışmalarından dolayı teşekkür ediyorum ve eğitim gönüllülerine ısrarla tavsiye ediyorum.
“Bir Can’a Dokunmak” aslında tüm mesele bu. Bu cümleyle başlıyor kitap. Ve eğitimin bir cümle gibi, birbirleriyle ilişkili olan öğelerden oluşan bir sistem olduğundan bahsediyor. Ve bu cümlenin öznesi öğretmen ve nesne gibi görünen öğrencinin de özne olduğunu belirtiyor. Öğretmen ve öğrenci…
Bir adam, okyanus sahilinde yürüyüş yaparken denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin sahile vurmuş deniz yıldızlarını denize attığını fark eder ve ‘Niçin bu deniz yıldızlarını denize atıyorsun?’ diye sorar. Topladıklarını denize atmaya devam eden kişi ; ‘Yaşamaları için’ yanıtını verince adam şaşkınlıkla ‘iyi ama binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkân yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki?’ der. Yerden bir deniz yıldızı daha alıp denize atan kişi ; ‘Bak ,onun için çok şey değişti’ karşılığını verir.
Bir can’a dokunmak işte böyle bir şey. Öğretmen ve öğrenci…
“Ya öğreten , ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol….” der bu Buhari’de geçen bir hadiste. İnsan yaşam yolculuğunda daima öğrenen bir varlık olduğu için iki rol arasında sürekli gidip gelir aslında; ya öğretendir yada öğrenen. Ya öğretmendir yada öğrenci. Ve öğretirken de öğrenir aslında...
Eğitim yönetiminde yüksek lisans yaptığım yıl bunu daha somut hissetmiştim. Derse gittiğimizde öğrenci sırasındaydık, okula geldiğimizde idareci koltuğunda, ders anlatırken öğretmen kürsüsünde… Roller farklı ama işlev aynı. Çocuklarınızın yanında öğretmen, anne babanızın yanında öğrenci. Ve bu hayat boyu devam ediyor. Sadece okulda, sınıfta olan bir rol değil, oraya sığacak kadar da basit değil. Sokakta, markette, bahçede, her yerde devam ediyor. Yaşam alanının her yerinde var.
Bayramda yıllardır görüşmediğimiz bir akrabamızı ziyaret ettik. Konuşma esnasında kurduğu birkaç cümle, hayat tecrübelerinden elde ettiği birkaç kitabın özetiydi sanki. Bu roller için üniversite bitirip yüksek lisans yapmak şart değil. Hayatın kendisi büyük bir okul zaten.
Bir öğretmen, bir baba, bir yönetici veya rolümüz her ne ise sürekli o rolde kalmanın ve ısrar etmenin bir anlamı yok. Geçişleri yapabilmek önemli. Aksi halde çatışmalar çıkması kaçınılmaz.
Bilge öretmen Ak Şemsettin’in, İstanbul’un Fatih’i olan öğrencisine öğüdü aklıma geldi: “Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma. Yol ol ki herkes senin üzerinden geçerken, sen dağların bile üzerinden geçesin.”
Eğitim bir gönül işidir. Öğretmen ile öğrenci arasında kurulan iletişim her şeyi tamamlar. Öğrencisinin zihninden önce gönlüne hitap eden öğretmen, demire şekil vermeden önce ısıtılması gerektiğinin bilincindedir. Çünkü Goethe’nin de dediği gibi, ‘İnsan ancak sevdiğinden bir şey öğrenir.’
Yüzyıl sonrasını düşünerek bir nesil yetiştirdiğinin bilinci ile hareket eden lider bir öğretmen, en iyi öğretim metodunun birebir örnek olduğunun farkındadır. Kendisinin ve birbirinin kopyası olan öğrenciler yetiştirmek yerine , her biri ayrı bir dünya olan öğrencilerinin kendilerini keşfetmelerine yardımcı olur. Zaten dâhi olarak doğan her çocuğun , dâhi olarak kalmasına yardımcı olur. Çevresini ve öğrencilerini değiştirmeye uğraşırken kendi gelişim ve değişimini de ihmal etmez.
İyi bir öğretmen olmanın yolunun, samimiyetten, iletişimden ve disiplinden geçtiğini öğrendim.
Bir can’a dokunma yolculuğuna katılan herkese gönülden teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.