‘İçimizde hayatımızı yönlendiren bir şey var. Özgür bırakılmayı bekleyen içimizdeki bu şeyin ne olduğunu bilmiyoruz. Anlamadığımız bu gibi şeylerin aslında bir anlamının olduğu kesin.’ Psikoloji alanının öncüsü Jung, bu itirafında tam isabetle ‘anlamadığımız’ ifadesini kullanıyor. Bu itirafı dile getiriyor ama anlaşılmayan boşluğu doldurmaya çalışıyor. Bazen körlerin fil tarif ettiği duruma düşüyor. Yine de öteki bilim insanlarına göre bu içten yorum değerli buluyorum.
Ruh sağlığı alanından yüksek beklentiler var. İnsan anlaşılması zor bir varlık. Bu sebeple anlaşılması kolay şekilde insana bakılıyor. Bazen bir mutfak robotu gibi insanı tanımlama çabalarına tanık oluyoruz. İnsanı tanımak üzerine bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazıldı. Örneğin ego hakkında öne çıkan bilişsel tezlerde dürtüleri aşabilmek için zihinsel süreçler ileri sürülüyor. Halbuki ben duygusu ve haz gibi bir çok dinamiğe sahip olan ego enerjisi karşısında zihinle kontrol sağlamak her zaman geçerli değil.
İnsanın bilinmeyen yönleri vardır. Bilgi üretme anlayışımız bu bilinmezi deşifre etmeye çalışır. Ruh sağlığı üzerinde düşünürken, kaybedilen anahtar genellikle aydınlık alanda aranır. Peki, anahtarı karanlıkta mı aramalı? Gözün gördüğü alanda arayanlar bulduğu nedir? Yoksa bu gizil alan hakkında yardım mı almak gerekir? Gaib/kayıp olan bir şeyi bulmak için ya da ondan sakınmak için yine gaib olan bir merciye başvurmak mümkün. Mesela şeytanı zekânızla yenmeniz zordur. Akıl oyunları zaten onun işidir. İstiaze yapan kişi Mevla’sına sığınır. Zihin gücüyle aşamadığını bilinç ötesi ile çözebilir. Buradan bazı sonuçlara varılabilir: İradenin yetersiz olduğu alanın varlığı idrak edilir. İnsan üzerinde bilincinin ötesinde varolan bir bilincin olduğu fark edilir. İnsan bir üst aklın esirgediği varlıktır.
Bu örnekten hareketle irademizi aşan ve adına ruh dediğimiz insan psikolojisinin gizil alanına kapı aralamak mümkündür. En azından bu alanın varlığını hissetmek gibi. ‘Size ruhtan az bir bilgi verildi’ ayeti ile mühürlenen gerçek.
Jung’un içimizde anlamadığımız bir şey var dediği şeyin bir başka karşılığı kalptir. Fakat Batı zihin dünyası ‘kalp’ hakkında bilgiye sahip değildir. Dini bilgi rafa kaldırıldığı için bu gizil alana girilememiştir. Bununla birlikte sevgi söz konusu olunca ‘oklu kalp’ simgesinin kullanması ilginçtir. Batıda kalp konusunda bir tez ileri sürülememiştir. İslam dünyasında ise başta Kur’an olmak üzere konu karanlıkta kalmamıştır. Kalbin hasta olabileceği ve davranış öncesi ilk niyetlerin burada belirlendiği açıkça beyan edilmektedir.
Psikolojinin ileri sürdüğü ego konusunda ise, ilm-i nefs kavramı yüzyıllar öncesinde literatüre girmiştir. Buna rağmen Batı bilimi egoyu icat ettiğini sandı. Bununla kalmadı egoyu derinden gelen dürtülerden korumak için ‘süperego’ yu icat etti. Süpermen gibi bir şeydi bu. İç dürtüleri kontrol eden kolektif bir bilinç vardı. Adına süper denildi ama ego seli önünde durması mümkün olamadı. Toplum baskısı sınırlı düzeydeydi. Kaldı ki insanın dürtülerini tatmin ederek mutlu olabileceği dile getirildi. Ego enerjisi karşısında süperegonun tılsımlı isminden medet umuldu. Batı toplumu egoya yenik düşen bir kültüre sahiptir. Batı endüstrisi ve modern yaşamı egoya hizmet üzerine kuruludur. Süperegoyu güçlü kılan ve besleyen bir çalışma ortaya konmamıştır. Kapitalizm ego üzerinden prim yaparken bu mümkün olamazdı. Egoyu kışkırtan tüketim ve reklam sektörüne rağmen hangi sonuca varılabilir.
Ego arzularına yönelik dizayn edilmiş bir kültür içinde insan ruh ve beden arasında nasıl bir yol takip edebilir? Ruhsal sorunlar bir gizil mananın gölgesinde olduğu halde nasıl çözüm üretilebilir?
Modern anlayış çözüm arayışında bir bakış geliştirdi. İnsan bir mutfak robotu gibi incelenmeye çalışıldı. Gözlenebilir veriler üzerinde duruldu. İnsan bir mutfak robotunun üniteleri gibi ele alınıp, tamir edilecekti. Fakat cihaza can veren ve onu çalıştıran prizin ardındaki güçle ilgilenilmedi. Makineyi dilediğin gibi kullan, becerisi hakkında övgüler diz, tüm bunların sadece elektrikle mümkün olduğunu ve elektrik olmadan cihazın işe yaramaz bir nesne olduğunu unut!
İnsan katı gıdaları alıp bir öğüten bir mutfak robotu değil. Bir robot gibi ses çıkarıp çalışması onu tanımlamak için yeterli olabilir mi? Bir gün yüksek gerilimle ya da düşük gerilimle motorun arızalanabileceğini düşünmeden öğütüyor insan. Doğruyor, çırpıyor, püre haline getiriyor. Mutfak robotunun bir gün elektriğin azizliğine uğraması muhtemeldir. İnsan ruhu da azizdir ve izzetin kaynağıdır. Bedenle kendinizi ifade ederseniz aziz olan sizden uzaklaşır.
İzzetli olan bir ruha ve onun bize emanet edene karşı sorumluluğumuzu bilmeden hayata akıyoruz. Evet mutfak robotundan öte, fonksiyonel olan bir beden var. Modern dünya insanı ruhunu bedene indirgedi. Ruh bedenden daha kırılgandır. Elinize diken battığında can acır. Bir kişinin hoyrat tutumu ve bir sözü karşısında bir vakte kadar kırgın olursunuz. İnsan insanı kırıp durur. Nefs insanın kendi kurdudur. İnsanlarla yaşadığınız tatsızlık durumunda önce nefsinize yüklenin.
Kaybolan ruh sağlığını bulmak için sadece ışığın altına değil ötesine de bakmalı. İnsana ruh üfleyen ona mesaj gönderiyor. Bu mesajların okunduğu yer kalptir. Tercümesi ilham ve ilimle yapılır.
Bilinçdışı karanlık bir alan. Karanlıkta olan bir şey daha var. Kalbini karartan ve aydınlatan ziyaretçiler var. Sen hangisini davet ediyorsun. Hangisini ağırlamayı kendine yakıştırıyorsun.